17 Haziran 2019 Pazartesi

Seçimler

İstanbul Büyük Şehir Belediye seçimlerinin uzun zamandır güncelliğini korumasından ve toplumun birçoğunun konuya kilitlenmişliğinden olsa gerek, aklıma iş hayatında seçim işini neden siyasette olduğu gibi yapmadığımız düşüncesi geldi. Varsayalım ki şirketinizde bir satış yöneticiliği konumu boş ve karar vericiler, söz konusu konumun içeriden mi dışarıdan mı doldurulacağı konusunda arada kalmış durumdalar. Hasıl olmuş tünel görüşünün yerine acaba kutunun dışından gelen bir çift göz mü süreci yönetse; yoksa bu şirkette içeriden yükselme olanaklarının olduğu cümle aleme ilan mı olunsa? İçeride, sıra bekleyenler yeterli mi acaba; yoksa şöyle anlı şanlı, şirkete hava katacak bir transfer mi yapmalı? Kısaca değinmeliyim ki, boşalan bir konum sonrası söz konusu konumu doldurması beklenen çalışanın yetersiz görülmesi, şirketin kendisini mutlaka sorgulaması gerektiğini gösterir. Konum doluyken neleri yapmadık ya da gözlemlemedik de konum boşaldığında eldekilerin burayı dolduramayacağını düşünüyoruz? Belki bu konuyu daha sonra ele alırım. Bu kararsız durumu aşmak için bu konuma aday olanların belirlenen bir süre içerisinde kampanya yürütmelerine ve konuma gelmeleri durumunda neyi, nasıl değiştireceklerini ve zenginleştireceklerini şirkete anlatmalarına ne dersiniz? Etraflarını etkilemeye çalışsalar, her kademeden çalışanın nabızlarını tutarak ve beklentilerini anlayarak bir yol haritası sunsalar, pazar ve müşteri bilgilerini ispat etseler, hedeflerini sunsalar ve oraya uygun olup olmadıklarını şirkete gösterseler? Seçim süreci de yine bu kampanyalar doğrultusunda tüm şirketin katılımıyla gerçekleşse ve seçilen kişinin başarı değerlemesinin bir kısmı da kampanyasında değindiği, iddia ettiklerini gerçekleştirmesi üzerinden yapılsa? Süreç bence keyifli olacaktır. Hem adaylar arası bir tatlı rekabet ortaya çıkar hem de şirket söz konusu konumun daha önce yönetimi esnasında çalışanlar gözünde nelerin eksik, yanlış ya da yetersiz yapıldığıyla ilgili daha açık bir görüşe kavuşur, kendini sorgular. En önemlisi de insanlara bir şeyi daha iyi yapabileceklerini göstermeleri için uygun bir ortam yaratmış ve insanları cesaretlendirmiş olursunuz. Morpheus, Neo'ya bu kadar inanmasaydı Neo, olmadığını iddia ettiği şeye dönüşebilir miydi? Bazen insanları olmadıklarını düşündükleri şeylere dönüştürmek için onlara doğru ortamı sağlamanız gerekiyor. Hadi, hayırlı seçimler...

16 Nisan 2019 Salı

Sağ mı Sol mu?

Söylerken bile önce sağ sonra sol geliyor. İnsanların büyük bir bölümünün sağ elleri daha yetenekli, sağ pazuları daha kaslı ve sağ yumrukları haliyle daha sert. Fiziki yeteneklerin gelişmeye başlamasıyla birlikte genellikle; sağ elle dış fırçalıyor, yazıyor, top sürüyor, bardak indirip kaldırıyor ve ağzımıza çatal götürüyoruz. Traş oluyor, kendimizi tatmin ediyor, bir beşlik çakıyor, el sallıyor ve el sıkışıyoruz. Arabanın kapısını açıyor, anahtarı çeviriyor ve vites değiştiriyoruz. Yerden bir ağaç parçası alıp köpeğe sallıyor sora da köpeğin ağzından çekiştire çekiştire almaya çalışıp bir kere daha fırlatıyoruz. Yapıyoruz da yapıyoruz. Tüm bunlar olurken yıllar geçiyor ve aynanın karşısında geçsek de pek farketmediğimiz bir durum hasıl oluyor. Her zaman ayrıcalıklı tutulmuş olmasından, soldakine göre daha gelişkin sağ pazu ve omuzlar. Aynı vücutta, aynı yaşama hedefinde birlikte yol alan; farklı tutumlara maruz bırakılmış, farklı uzuvlar... Bu kadarcık kütle içerisinde bile insan ayrımcılık yapıyor ve bu ayrımcılığın sonunda daha az yetenekli, daha güçsüz, daha sessiz ve daha kırılgan bir yapı ortaya çıkıyor bir taraf için; fakat bütün bu kayırmaya, ayrıcalık gösterilerine rağmen hayata tutunmaya devam ediyor sol taraf ben de buradayım, beni de gör dercesine. Geçtiğimiz günlerde fark ettim bu gerçeği, çok sevdiğim kaleciliği icra ederken. Devam etmezden evvel, kalecilere birkaç ilave satır ithaf etmek istiyorum. Kaleciler farklıdır ve bilinenin aksine çok daha keyiflidir kalecilik. Tüm sahaya hakimsiniz, doğru yerleşim için iletişim kuruyorsunuz, atletik yeteneklerinizi diğer oyunculara göre daha fazla gösteriyor, herkesten daha sık ve çok kısa bir zaman içerisinde stratejik kararlar veriyorsunuzdur. Tüm hayatım boyunca sol el, kol ve omuzuma takındığım düşük farkındalıklı tavır, sol tarafımı bambaşka bir alanda geliştirmiş. Kalecilikte, sol tarafım sağ tarafıma göre çok net şekilde daha verimli. Çok daha çevik, hızlı ve esnek. Sağ tarafımdan gelen her akında sol tarafa gelebilecek her şut için sağ tarafıma nazaran çok daha fazla güven duyuyorum. Uzaktan gelecek bir şut için sol tarafımda duyduğum rahatlık sağıma duyduğumdan çok daha fazla. Bunun farkına varan şut çekiciler de hayatım boyunca ayrıcalıklı tutulmuş olan sağ tarafıma doğru şutlarını çıkartıyorlar artık. Sonuç mu? Hüzünlü tabi:) Takındığınız tavırlar, farkındalıklarınız etrafınızın şekillenmesi, etrafınızdakilerin yaratıcılıkları ve cesaretleri üzerinde önemli bir katalizör rol oynuyor. Beklemediğiniz kişilerden, yeterli olmadığını düşündüğünüz insanlardan, olmayacak dediğiniz bireylerden, dehşetengiz bir şekilde yanılabilirsiniz. Onlara, sizi dehşetengiz bir şekilde yanıltacakları alanlar yaratın ve onları çok yönlü bir şekilde takip edin. Gün gelip son dakikada sol direğin dibinden sizi ipten alabilirler....

7 Mart 2019 Perşembe

Mazeretim Var, Unutkanım Ben...

8 Mart Dünya Kadınlar günü için reklamlar dönüyor şu sıralar ekranlarda, radyolarda. Toplum olarak en özel günlerimizde Koç Holding'in hazırlattığı reklamlar deyimi yerindeyse bam telimize dokunuyor ve bu duygulara seslenme durumu diğer firmalara da örnek oluyor galiba; zira epey güzel reklamlarla karşılaşıyorum. Bu reklamlardan birisi de Alfemo markasına ait. Gayet sade bir çekim planı ve açık bir dil kullanılmış, her şey harika gözüküyor kulağımı tırmalayan ses dışında. Haşa, Mazhar Alanson'un sesine, yaptıklarına, kariyerine laf edebilecek insan değilim; ama yanlış mı hatırlıyorum Mazhar Alanson'un Beyaz Şov'a bağlanan bir kadına karşı sarf ettiği gaf(!)ını? Ne zaman olduğunu hatırlamıyorum; ama YouTube'ye yüklenen videoların tarihi 12 yıl öncesini gösteriyor. Toplum bireylerden oluşuyor ve bireysel olarak hatırlama konusunda yeteneksiz olduğumuzu biliyoruz; ama kar amacı güden organizasyonların belleklerinin daha berrak olması gerekiyor.

Tüm emekçi kadınların 8 Mart'ı kutlu olsun.

21 Aralık 2018 Cuma

Mc Dennis Gibisi Yok!

4 ayını Güney Amerika'da geçirdiğim son bir yılımda, iş hayatından uzakta, çok az tüketerek ve çok daha fazla türeterek yaşıyorum. Sevgili eşime, bana bu kararımda destek olduğu için minnettarım! Asında her şey epey güzel gidiyor. İdman yapıyorum, kendi yemeğimi kendim pişiriyorum, pazara çıkıyorum, perşembe günleri Özgen Berkol Doğan Bilim Kurgu Kütüphanesi'nin Bilim Kurgu söyleşilerine katılıyorum, Kadıköy'deki yeni 3. dalga kahveleri keşvediyor, haftada iki gece kalecilik yapıyor, salıları salon hokeyi oynuyor, pazarları flag footballa devam ediyor, kitap okuyor ve film seyrediyorum. Bu kadar şeye rağmen günün sonunda hale enerjim var. Sanırım bu, biraz da stresten uzak yaşam ve bitkisel beslenmeyle ilgili... Neyse efendim, dedim ya film izliyorum diye, arada bir de daha evvel izlediğim filmleri izliyorum. Yani filmi izleyeli 5 yıl olmuş, film hiç değişmemiş; ama ben değişmişim işte. Kendinizdeki farklılıkları gözlemlemek için daha evvel izlediğiniz sizi etkileyen filmleri tekrar izlemeniz güzel bir yol. Geçtiğimiz günlerde, bir tv kanalında Afacan Çocuk Dennis'e denk geldim. Tabi, Afacan Çocuk Dennis biraz ilginç bir örnek; zira ben o filmi gördüğümde bir filmden beklentilerim bugünkünden epeyce farklıydı:) Birçoğumuzun hayatında çok özel bir yeri olan Çılgın Bilim İnsanı, Profesör Emmet Brown (Christopher Lloyd), bu filmde kötü mü kötü, pasaklı mı pasaklı ve teklikeli mi tehlikeli bir kanunsuz. Fimin sonlarına doğru, hatırlayacaksınız Afacan Çocuk Dennis'in kaybolduğu ve Kanunsuz Switchblade Sam'le (Christopher Lloyd) yalnız kaldığı bir sahne var. Bu sahnede, bir tencere dolusu kuru fasülye pişiren ve Afacan Çocuk Dennis'in çektirdikleri sonrası bu fasülyeyi iğrenç bir şekilde yemek durumunda kalan Switchblade Sam, bugün bile insanın midesinin bulanmasına sebebiyet veriyor. Filmi tekrar izlerken bir çocuk olduğumu düşündüm ve filmdeki bu sahnenin benim yemekle olan ilişkimi nasıl değiştirebileceğini düşündüm.

Fasülye olsa olsa; kötü kokan, tehlikeli bir kanunsuzun yediği, yerken gaz çıkarttığı, iğrenç bir yemek olabilir. Kim fasülye ya da fasülyeye benzeyen şeyler yemek ister ki? O kadar güzelim burgerler ortadayken...

O yaştaki bir çocuğun; küresel ısınma ve mevsim değişimleri, ormansızlaşma, insan ve havan sömürüsü, acı ve gözyaşından haberi olması pek mümkün değil; eğer aileniz sizi bu yönde eğiten 0,01'lik dilimde değilse.

Evet, 1993 yılında çevrilen Afacan Çocuk Dennis hiç değişmemiş, aynı sahneler, aynı oyuncular; ama 93'ten bu yana yemekle ilişkisi değişen çocukları da bir hesaba katmak gerekiyor belki de...

Muhabbetlerimle,

ozan.

24 Ocak 2018 Çarşamba

Geçmişe, Otobüsle Kısa Bir Yolculuk

Skandallar yeni değil; şu sıralar yenisi patlak vermese de ilerleyen zamanlarda bir şeyler olması olası; zira bu kurumun beşeri yapısında böyle bir kültürel altyapı söz konusu sanırım. Metro Turizm’den bahsediyorum. Aslına bakarsanız bir otobüs firmasının; yolcularına yaşattığı rahatlık, hizmet kalitesi, otobüs parkının yeniliği ve güvenli yolculuk başlıkları sayesinde haber olması gerekir; fakat Metro Turizm’i ilk sıralara taşıyan başlıklardan bir çırpıda hatırlayabildiklerim; yolcusunun yüzüne boşalan muavin, mastürbasyon yapan kaptan ve hamile kadını tekme tokat döven bir başka muavin. Hal böyle olunca, aklıma Türkiye’deki otobüsle yolcu taşımacılığı hakkında birkaç istatistiki bilgiye ulaşma fikri geldi. En çok otobüs sayısına sahip, en fazla yolcu taşıyan, en geniş ulaşım ağına sahip, tüketicilerin en değerli gördüğü firmaları görmek istemiştim; ama güncel bir bilgiye ulaşamadım. TOFED adında bir oluşum olmasına rağmen Organizasyonun elinde bulunan ya da en azından açıkladığı, sektörel istatistiki bilgiler 6 yıl öncesine ait. Fakat iş, bu raporları bilgisayarınıza indirmeye gelince, ne yazık ki bir “404” ekranıyla karşılaşıyorsunuz. Güncel bilgilere daha derin bir analizle ulaşmak mümkün olsa da ben, 2005 yılındaki bir bilgiye ulaştım ki bu hem çok eski hem de yukarıdaki skandallardan çok önce. Yine de bu bilgilere göre Metro Turizm; taşıdığı yolcu ve otobüs sayısı bakımından açık ara lider durumda; fakat iş, “Kalite ve Konfora” geldiğinde aynı dönemde liderlik Varan ve Ulusoy’a ait. Şirketlerin ellerinde bulundurdukları pazar payları, otobüs ve yolcu sayıları aradan geçen 12-13 yıllık süre içerisinde elbette ki değişmiştir; fakat bilimsellikten uzak da olsa, ben Metro Turizm’in otobüs ve yolcu taşımacılığı alanlarında (ki otobüs sayınızın en fazla olması; ulaştığınız ağın genişliğine ve o da taşıdığınız yolcu sayısının fazlalığına doğrudan etki ediyor.) halen ilk sıralarda olduğunu düşünüyorum. Peki bu 12-13 yıllık zaman dilimine yukarıda saydığım bu skandallarında etkileriyle neyin olmasını beklersiniz? Hadi, 2005’e dönelim ve ben sizi gelecekten ziyaret eden bir dost olayım ve hayali bir sohbete başlayalım:

“Selam dostum, biraz ani ve saçma olacak; ama 2018’den geliyor ve seninle Türkiye’deki Otobüsle Yolcu Taşımacılığı hakkında konuşmak istiyorum. Bugün, Metro Turizm’e ait 449 adet yolcu otobüsü var. Bu sayıyı, 327 adet otobüsle Kamil Koç takip ediyor. 2004’te Metro Turizm, 8,5 milyon yolcu taşıdı ve bu sayıyı bu sene 9,5 milyona çıkartmayı hedefliyor. En yakın rakibi Kamil Koç ise 4,5 milyonu 5 milyona getirme çabası içerisinde olacak. Konfor, Hizmet ve Kalite mi? Onda, Varan ve Ulusoy önde. Fakat sana söylemem gereken birkaç şey var. Henüz senin görmediğin birkaç gelişme oldu. En fazla yolcuyu en fazla otobüsle taşıyan Metro Turizm, bir dizi skandalla sarsıldı. Bir Metro Turizm muavini, yolculuk esnasında uyuyan bir yolcunun suratına boşaldı, sonra bir Metro Turizm Kaptanı araç hareket etmez durumda olsa da güpegündüz direksiyon başında mastürbasyon yaparken kameralara yakalandı son olarak da başka bir Metro Turizm muavini hamile bir kadını yolculuk esnasında tekme tokat dövdü. Araç fazlalığından, istatistiki olarak kaza sayısının görece fazla olması konusunu ise es geçiyorum. Sence bu bilgiler ışığında 2018’de son durum nedir?”

“Eğer sen 2018’den geliyorsan ve bu olaylar gerçekten yaşandıysa, Kamil Koç 1.’liğe yükselmiştir. Metro Turizm bu kadar acayip skandalın altından kalkamamış ve şirketin satış yapma kabiliyeti çok düşmüştür. Sen söylemedin; ama maliyetlerin artması, alternatif ulaşım kanallarının çeşitlenmesiyle otobüs parkını parça parça satışa çıkartmış, ulaştığı bazı noktaları kapatmış, daha çok Anadolu tarafına odaklanmaya çalışmış ve kendini bir nebze olsun unutturmaya çalışmışsa da pazar payını rakiplerine kaptırmış en sonunda da şirketin kapısına kilit vurulmuştur. Ya da Metro Turizm’i kapatarak farklı bir isimde yeni bir oluşuma gitmiştir; ama tüketicilerin bu skandalları affedeceğini ve aptal olduklarını sanıyorum. Bu sırada, Varan ve Ulusoy odaklandıkları Kalite – Konfor alanındaki varlıklarını güçlendirmiş ve belki Metro Turizm’in filosunun bir kısmını satın alarak bir alt segmentte oluşan boşluğa girmiş ve bu alanda da rekabete başlamıştır. Unutmamak gerekir ki sermaye ve taşınmaz kaybolmaz sadece el değiştirir.”

 “Evet 2018’den geliyorum ve fikirlerinin 2005 yılı için çok doğru olduğunu söylemek isterim. Biraz düşündüm de benim de aklıma başka bir şey gelmiyor; fakat 2018’de işler biraz karışık. Sana birçok şeyden bahsetmek isterim; ama Doktor Emmett Brown’un geçmişe yapılan yolculuklarda çok dikkatli davranmamız gerektiğini söylediğini unutmamalıyız. Varan ve Ulusoy’dan başlayalım. Ulusoy, odaklandığı alandaki gücünü pekiştirmek amacıyla sonradan Varan’ı satın aldı ve bu alandaki liderliğini perçinledi. Gün geçtikçe insanların Kaliteli ve Güvenli Yolculuğa olan ihtiyacının güçlenmesi gerektiğini düşünmen çok yerinde; ama bu satın alma işleminden birkaç yıl sonra Varan, faaliyetlerini durdurdu ve şirket iflas etti. Şu an Ulusoy’da kötü durumda. Her ne kadar Ulusoy otobüs seferlerine devam etse de ana şirket olan Ulusoy Seyahat Nakliyat Anonim Şirketi iflas etti. Şirketin taşınmazları ve bazı otobüsleri de el değiştirdi. Metro Turizm’in batmasından boşalan yerlere Varan ve Ulusoy’un gelmesi gerekirken, Metro Turizm daha da güçlendi. Şirketin kendisini daha da güçlendirmesi için bunca ortam varken iflasa sürüklenmesinin ardında birçok neden şüphesiz ki var.”

“Ya hu sen ne sebebinden bahsediyorsun arkadaş? Ya sen 2018’den gelmiyorsun ya da dünya tersine döndü? Siz, yani o dönemde bunları yaşayan insanlar, tüketiciler… Nasıl olurda bunca ayıba, yüz kızartıcı suça seçimlerinizle cevap vermez, veremezsiniz? Hayır, hepiniz mi Stockholm Sendromuna tutuldunuz? Utanma diye bir şeyin varlığını unuttunuz? Üstüne üstlük bir de Varan ve Ulusoy’un, çınarların yok oluşuna tanıklık ettiniz? Hani, bu yeni dönemde burada da acayiplikler var daha da olacağa benziyor; ama bu kadarına da pes. Kusura bakma; ama acıdım sana, size…”

“Ahh Emmett Brown bırakmıyor ki konuşayım… Galiba biz tecavüzcüsüne tutulmuş bir dönemin insanlarıyız dostum…”

5 Aralık 2017 Salı

Daha Düşük Rekabeti Neden Seviyorum?

; çünkü

yer bulma sorunun yok,
en güzel yerde oturabiliyorsun,
en güzel yerde oturmak ucuz,
oyunun içerisindeki sesleri duyabiliyorsun,
erken saatte olduğu için günü kaybetmiyorsun,
takım ürünleri az sayıda ve yine ucuz. Yani herkes ulaşabiliyor ve gösteriş yok,
sürüye uymana gerek kalmıyor, maç izleyebiliyorsun,
sürüye uymazsan uyanlar tarafından uyarılmıyorsun,
oyunun bitimine 5 dakika kala sıkışlığa kalmamak için staddan erken çıkmıyor, her şeye tanık oluyorsun,
oyundan sonra oyuncularla sohbet edebiliyor, onlara laf atabiliyorsun, onlar da cevap veriyor, onu da duyuyorsun,
dayatılanı (üst seviye rekabeti) kabul etmeyip, talep görmeyenden de zevk alındığını görüyorsun,
oyunun ilk hali olmasada ona yakın bir şey izlediğini düşünüyorsun,
sistemin, rekabetin bir kenara ittiği insanların hala tutunduklarını ve keyif aldıklarını keyif alarak izliyorsun.

Daha var da var. Biraz da sen yaz istersen...


selamlar,

ozan.




Basketbol Ayakkabısı Sadece Ayakkabı mıdır?..

Geçtiğimiz günlerde, NBA'yla (biraz ukalalık yapayım. Türkçe'de kısaltmalar, Türkçe okundukları şekilde ek alırlar. Bunun sebebi, herkesin her kısaltma hakkında tam bilgisi olmayabileceğidir.) ilgili Türkçe haberler veren çok güzel bir site keşfettim. Site, günlük 15.000 ziyaretçi görüyor. Her neyse, sitenin yaratıcısı, Renç Korzay isimli birisi ve arkadaşlarıyla birlikte güzel bir iş yapıyorlar. Sitede, markaların oyuncular için üretmekte olduğu ayakkabılarla ilgili de bir bölüm var. Ayakkabıların özellikleri, bir önceki nesline göre geliştirdiği kısımları ve kıyaslamalar. Günlük 15.000 spor severi ağırlayan bir siteye böyle bir köşe yapmamak olmazdı tabi:) O bölümde anlatılan bir ürünle ilgili naçizane bir yorum yaptım. Aşağıda bulacağınız yorumu sizlerle paylaşmak istedim...


Basketbolcuların ayakkabılarının ele alındığı bir köşe oluşturma fikri epeyce ilginç geldi. Sonra üzerinde biraz düşündüm. İnsanlar, profesyonel basketbol ayakkabılarının performansını neden merak ederler? Profesyonel olarak basketbol oynamayan bir insan neden profesyonel bir basketbol ayakkabısı alır? Dahası, ayakkabının kendisine sağladığı ve diğer ayakkabılarda olmayan hangi özellikler onu bu satın alma kararına iter? Yazında, profesyonel bir basketbol ayakkabısından profesyonel bir basketbol oyucusunun alacağı, alabileceği her türlü faydayı dile getirmişsin; fakat sokakta ya da haftada bir, iki parkede dostane maçlar çıkaran insanlar için bunlar ne ifade eder ki? NFL, NBA, La Liga, BundesLiga ya da SüperLig farketmez, her üst düzey spor organizasyonunda ayakta kalanlar ve hayatlarını devam ettirebilenler, hep en iyiler. En çok çalışanlar ve akabinde en çok seyir zevki tattıranlar. İşin doğası gereği bunun çok normal olduğunu düşünüyoruz, tabiki de en çok çalışan oynayacak ve en çok kazanacak; ama bana kalırsa endüstriyel spor, diğerine yaşama (nispeten kötü olana) hakkı tanımadığı gibi bizlere de ayakta kalmak için üst düzey yarışma koşulları altında olmamız gerektiğini empoze ediyor. Çünkü günün sonunda belgesel kanallarında, parkelerde ya da yeşil sahalarda gördüğümüz sadece en iyilere yer olduğu. Bir ayakkabıdan nereye geldik:) Kusura bakma. Yukarıda saydığım en üst seviye liglerin enkazlarını hiç düşünmeyiz; zira şov devam etmek zorunda. Tek hayali ve elinden gelen tek şeyin futbol olduğu bir adam, herhangi bir NFL Takımı’nın kadrosuna, idman oyuncusu olarak bile kapağı atamadığı taktirde neler yaşar? Ya da bir NBA oyuncusu adayı, kolejden sonra ne yapar ve ne zamana kadar yapabilir? O kadar fazla enkaz var ki bu üst düzey rekabetin arkasında… Amerika’daki kolej sayısı ve bu kolejlerin futbol – basketbol takımları göz önüne alındığında, 32 NFL ya da 30 NBA takımında her sene kaç kişi yer bulabiliyor? Evet, ayakkabı... Adidas, UnderArmour ya da Nike markalarının beslediği sporculara ait yeni bir ürün(ler) almak, bu enkaza sadece yeni yeni maktuller katacaktır. Bence basketbol, hangi ayakkabıyla oynadığından çok, aldığın zevkle ilgilidir. Dinlediğin için teşekkür ederim.

selamlarımla,

ozan.